Tüm Yazılar

“Kuracağınız Dengenin Aslolan Belirleyicisi Öncelikleriniz”

Çocukluğunuzda annenizin ksilofon, dedenizin de minik bir org armağan etmesiyle müzikle minik yaşlarda yollarınız kesişti. Geriye dönerek bakmış olduğunuzda bu kesişimin ilk yıllarında ailenizden gördüğünüz ilgi ve desteği iyi mi değerlendirirsiniz?

Esin Aydıngöz: Müziğe olan ilgim tamamen annem ve babam yardımıyla büyüdü – zira hem bana müziği oyunlarla öğreten dünya tatlısı öğretmenler buldular, hem gittikleri tüm konserlere beni de götürdüler, hem de okul çağım erişince beni sahne sanatlarına oldukça ehemmiyet veren okullara (Eyüboğlu Koleji ve Bilfen Koleji) gönderdiler. Bu sayede piyanonun yanında koro, müzikal tiyatro ve orkestra deneyimlerim de oldu ve en mutlu anlarımda hep müziğin de bulunduğunu fark ettim.

Müziğe minik yaşlarda başlamada aile faktörü sizce ne kadar mühim?

E.A.: Küçükken dünyayla olan tek bağımız ailelerimiz olduğundan bence aile faktörü oldukça mühim. Hususi dersler ve hobileri destekleyen her türlü aktivite hem finansal hem de zamansal olarak büyük fedakârlıklar gerektiriyor. O yüzden ailemin müziği sevmesi ve benim bu yolda ilerlememi desteklemesi benim en büyük şansımdı!

Müzik, disiplinli emek vermeyi talep etmektedir. Bu öğrenci karşılık kendinizi iyi mi motive ediyorsunuz? Müzisyenlerin kariyer basamaklarında yükselirken disiplinli emek harcamaları bu yükselişi sizce ne denli etkilemektedir?

E.A.: Çocukken bu disiplinden pek hoşlanmıyordum ve her çocuk şeklinde ben de piyano çalışmak ya da konservatuvara gitmek yerine arkadaşlarımın doğum günü partilerinde eğlenmek istiyordum – fakat büyüyüp de 10.000 saat kuralını öğrenince, aslen bu disiplini minik yaşlarda edinerek kendime ne kadar büyük bir iyilik yaptığımı fark ettim. Sevdiğiniz ve hakkaten tutkulu olduğunuz işi yapınca, disiplin kendiliğinden geliyor aslen – zira hep daha iyi olmak istiyorsunuz, en iyi olmak istiyorsunuz. Yeni şeyler öğrenerek, ergonomik yaparak yada üreterek geçirdiğiniz her an kendinize yaptığınız bir yatırım olduğundan, motivasyonunuz hayallerinizden geliyor ve emeğinizin karşılığını er ya da geç kesinlikle alıyorsunuz.

Bireysel kariyerinizin ilk yıllarında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yarı zamanlı piyano kısmı, okul korosu ile Aya İrini konseri, Disney’in Mulan 2 filmindeki bir şarkının Türkçe dublajı için seslendirme, Hisar Okulları’nın ilkini düzenlemiş olduğu Liseler Arası Müzik Yarışması’nda “Tomorrow” adlı bestenizle “en iyi beste” branşında kazandığınız ikincilik ödülü ve 2012 senesinde aynı yarışmaya yeniden katılıp, bir kayak kazasında kaybedilen okul dostunuz Aslı Nemutlu’nun anısına sözlerini yazıp bestelediğiniz “Dear Snowflake” adlı şarkıyla “en iyi beste” ödülünü kazanmanız dikkat çekiyor. O yıllarda müzik ile ilgili hedefleriniz nelerdi? Güncel olarak baktığımızda o yıllarda hedeflediklerinizle şu anda ulaştığınız noktayı iyi mi değerlendirirsiniz?

E.A.: Bu bahsettiğiniz örnekler hep ilköğretim, ortaokul ve lise yıllarımdan. O zamanlardaki en büyük hedefim Berklee’de talebe olabilmek ve sonrasında Disney ile çalışmaktı. Ne mutlu ki ikisine de ulaşabildim. Zaman içinde bu hedeflere yenileri eklendi: Broadway müzikalleri yazmak, Cirque du Soleil 2howları için besteler yapmak, hanım bestecilere ve kariyerlerinin başındaki müzisyenlere yeni kapılar açmak, dünyanın en seçkin konser salonlarında çalınmak suretiyle yaratı siparişleri almak ve bana esin veren müzisyenlerle projeler yapmak! Bunların bir kısmı da gerçek olmaya başladı. 16 yaşındaki Esin, şimdiki Esin ile hakkaten oldukça gurur duyardı – hem büyük hayaller kurmaya devam ettiğim için, hem de seviyemden üstün gördüğüm fırsatlar için de korkusuzca müracaat yapmış olup bir kısmını elde edebildiğim için.

Doğal o yıllarda kıymetli eğitmenlerden müzik, solfej ve müzik geçmişine yönelik dersler alarak kendinizi geliştirme fırsatı buldunuz. Eğitmenlerinizle unutamadığınız bir anınız var mı?

E.A.: Bayağı bir cuma günü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Arzu Temizer ile piyano dersi yapıyorduk ve kapı çaldı. Görsel sanatlar bölümünde okuyan bir talebe dersimizi resmetmek için izin istedi. Öğretmenim de ben de hem oldukça şaşırdık, hem oldukça sevindik. Bizim için düzgüsel olarak nitelendirilecek bir anın, bir sanat eserine dönüşmesi fikri oldukça özeldi! O öğrencinin ne adını hatırlıyorum, ne yüzünü – fakat yapmış olduğu fotoğraf hala anneannemlerin evinde duruyor!

Bunun haricinde Madlen Saydam, Ercivan Saydam, Mete Sakpınar, ve Aydın Esen ile birçok unutulmaz dersimiz oldu. Spesifik anılardan ziyade daha oldukça yanlarında kendimi ne kadar özgür, mutlu ve güvenli hissettiğimi hatırlıyorum – zira beni bir kalıba sokmak yerine, sevdiğim eserleri çalmam yada sevdiğim tarzlarda yazmam için cesaretlendirdiler ve ufkumun genişlemesini sağladılar. Her biriyle çalışmak bir ayrıcalıktı.

Eğitim ve kariyeri bir arada sürdürebilmek için kurulacak dengede sizce nelere dikkat edilmelidir?

E.A.: Eğitim aslen kariyerin aslı – o yüzden ikisini ayırmayı çok da fazla doğru bulmuyorum fakat bence eğitim esnasında eğitime öncelik verilmeli. Ben ABD’da okuduğum ve okurken ABD’da emek verme iznim olmadığı için öğrenciliğim esnasında tamamen okula odaklanmıştım. Çift ana dal ve yan dal yapıyordum, bir taraftan da katılabildiğim ne kadar koro, orkestra, performans, ders dışı resital, workshop vs. var ise hepsine katılıyordum. Müziğin güzelliği, sırf hocalarınızdan değil, bununla beraber birlikte müzik yaptığınız öteki müzisyenlerden de devamlı bir şeyler öğrenebiliyor olmanız! Kuracağınız dengenin aslolan belirleyicisi öncelikleriniz – Bu tarz şeyleri kimi zaman ehemmiyet, kimi zaman ise teslim/konser geçmişine gore sıralamanız gerekiyor. Bitmeyen bir Tetris şeklinde 24 saate sığdırmaya çalışıyorsunuz her şeyi…

Lise yıllarında bir yaz okulu programıyla süregelen Berklee College of Music ile sonrasında bilimsel niteliği olan kariyerinizin devamında yollarınız gene kesişti. Oradaki eğitiminizin bireysel kariyerinize katkılarını iyi mi değerlendirirsiniz? Türkiye ile ABD’da müzik eğitimi hususunda sizce ne şeklinde farklılıklar var?

E.A.: Berklee’deki eğitimim tek kelimeyle rüya gibiydi. Kendimi daha oldukça geliştirdiğim ve bunu yaparken de bu kadar eğlendiğim bir başka fırsat karşıma çıkar mı bilmiyorum. Berklee bir okul olmasına karşın aslen müzik endüstrisinin minik bir modeli de bununla beraber. İlk hatalarınızı burada yapmanız ve onlardan ders çıkarmanız oldukça büyük bir avantaj. Tüm okulun müzisyenlerden oluşuyor olması da bir başka kıymet zira okulda öğrenciler içinde ciddi bir iş birliği dönüyor. Music Business öğrencileri kendilerine müzisyen/söz yazarı dostlar edinip onlar için turneler ayarlamaya başlıyor. Besteci öğrenciler en iyi anlaştıkları ve kabiliyetlerine en oldukça güvendikleri ses mühendislerini yakalayıp albümler kaydetmeye başlıyor – bilincinde olmadan bir taraftan eğitim görüp, bir taraftan hayata atılıyorsunuz. Eşi benzeri olmayan bir ortam. Bana olan katkılarını yazarak bitirmem mümkün değil. ABD’da genel olarak daha yenilikçi bir ortam ve geleceğe yönelik bir müfredat var. Bu birazcık da buradaki internasyonal talebe profilinden kaynaklanıyor. Bir de değişik kültürlerin ve etnik enstrümanların sentezi garip füzyon tarzlarını ortaya çıkarıyor.

ABD’da geçirdiğiniz günleri Boston ve Los Angeles olarak ikiye ayırdığımızda her iki noktada müziğe görüş açısı ve yaklaşım mevzusunda ne şeklinde tecrübeler edindiniz?

E.A.: Her iki şehirde de sanata oldukça ehemmiyet veriliyor. Konserler, müzikaller, operalar, müzeler, sergiler hep dolu – ve her iki şehre de dünyanın her yerinden insanoğlu geliyor: Boston’a okumak için, Los Angeles’a ise eğlence sektöründeki hayallerini gerçekleştirmek için. Dolayısıyla Boston da LA de ileri derecede açık görüşlü. İkisinin en büyük farkı ise Boston’un talebe şehri, Los Angeles’ın ise edinilen kuramsal bilgilerin pratiğe yansıdığı ve insanların dünyaya açıldığı bir dönüşüm alanı olması.

Film müziği besteciliği başlı başına bambaşka bir emek verme alanı… Bu alanla yollarınız iyi mi kesişti?

E.A.: Lisede yaptığım enstrümantal besteleri duyan dostlarım hep “aaaaa bu film müziği şeklinde” diyorlardı. Ben de acaba bunu bir kariyere dönüştürebilir miyim merakıyla düşünce edinebileceğim mükemmel bir şirket buldum: Jingle House. Ne mutlu ki benim yetişmen / gözlemci olarak onları ziyaret etmeme izin verdiler ve bu sayede oradaki bestecilerin iyi mi bigün içinde inanılmaz reklam müzikleri yaptıklarına şahit oldum. Aynı bestecinin bazı günler rock, bazı günler jazz, bazı günler ise etnik Türk ezgileriyle dolu jinglelar üretmesi oldukça hoşuma gitti ve teknik olarak her gün aynı işi yapsalar da ne kadar değişik müzikler üretebildiklerini ve ne kadar eğlendiklerini gördüm. Reklam müzikleri her ne kadar ilgimi çektiyse de ben işin birazcık daha sanatla alakalı kısmında olmak istediğimi fark ettim ve Berklee’de film müziği okumaya karar verdim.

Temmuz ayında Berklee College of Music’in Film Müziği bölümünün başkan yardımcısı oldunuz. Eğitim aldığınız bir okulda kendi tecrübelerinizi aktaracak olmak size neler hissettiriyor?

E.A.: Anlatılmaz yaşanır dediğimiz durum bu olsa gerek. Berklee’de talebe olmak benim için o denli büyük bir hayal ve hedefti ki… Bunun gerçek olduğuna inandığımda neredeyse mezun oluyordum. Şimdi bu şekilde bir önder rol ile mezuniyetimden yalnızca beş yıl sonrasında Berklee’ye geri dönmüş olmak hakkaten oldukça güzel; sadece kendi kariyerime de aynı hızda devam etmek isterim ki hem öğrencilere daha iyi örnek olabileyim hem de vereceğim tavsiyeler güncel olsun.

Hislerime gelirsek eğer… Her gün bir sonraki projeyi iyi mi yetiştireceğimin derdinde olduğum için durum değerlendirmesi meydana getirecek vaktim olmuyor fakat Mart ayında Berklee’den bu teklifi aldığımda birkaç hafta kendime gelemedim- zira sanırım ilk kez kendime kendimle gurur duyma izni verdim. İşin en heyecanlı tarafı ise, altı ay çalıştıktan sonrasında her dönem bir ders alma hakkı kazanacak olmam. Kendimi geliştirmeye devam edebileceğim için oldukça mutluyum.

Disney ile çalışmalarınız son yıllarda oldukça dikkat çekti. Disney ile daha evvelinde ortak projelerde çalışmış biri olarak bu tecrübenin size katkılarından bahseder misiniz?

E.A.: Disney ile çalışmak projeye dahil olan tüm ekip için büyük keyif, zira ortaya çıkan işler hem görsel olarak, hem de işitsel olarak unutulmaz oluyor ve her yaştan insana hitap ediyor. Üstünde çalıştığınız projelerin daha büyük kitlelere ulaşacağını ve oldukça ustalaşmış bir ekip ile çalışıyor olduğunuzu bilmek de büyük motivasyon. Hepimiz var gücüyle çalışınca doğal ki ortaya esrarengiz sonuçlar çıkıyor. Bu projeler yardımıyla yolumun kesiştiği insanoğlu ve bu projelerin getirmiş olduğu doyum duygusu paha biçilmez.

Üstelik çalışmalarınızı başka platformlarda da duyabilmek mümkün… Netflix’te yayınlanacak olan ve yönetmenliğini Tim Burton’ın üstlendiği Wednesday serisinde aranjör olarak çalıştınız. Beyazperde ve müzik içinde karşılıklı bir bağ kurmanın kariyerinizdeki etkilerini iyi mi yorumlarsınız?

E.A.: Film müziği yazmak demek empati oluşturmak demek. Sahneleri izlerken ve bestelerken bilgilerinizden oldukça sezgilerinizi kullanıyorsunuz ve karakterlerin hislerini notalara döküyorsunuz. Her filmimizde ve karakterde kendimden anılar ve parçalar buluyorum. Yazdığınız hikâye ile azca da olsa kendinizi bağdaştırabilmeniz lazım ki ortaya çıkan müziğin hissettirdikleri daha gerçek olsun! Her yönetmenin ve yapımcının emek verme şekli ve kurduğu yazışma seçimi azca birazcık değişik. Benim birincil görevim onların vizyonunu hayata geçirmek. Dolayısıyla başkalarının tercihlerine ve yaratıcı süreçlerine uyum göstermeyi ve onların belirlediği sınırlar içinde üretmeyi öğrendim- ve bu mevzuda hızlandım.

Her üretim sürecinin içinde bir de gözlem meselesi var. Günümüzde insanların kendilerini gözlemleme, gelişimlerini görebilme noktasında ellerinde mühim bir alan olarak toplumsal medya var. Üstelik ustalaşma ya da yeni olanakların açılabilmesi adına da birçok fırsatı içinde barındırıyor. Bu bağlamda toplumsal medyayı müzisyenler adına artı kıymet olarak değerlendirebilir miyiz?

E.A.: Kesinlikle! Bulduğum bir çok işi toplumsal medya üstünden buldum. Ya bana toplumsal medya üstünden ulaştılar ya da bana toplumsal medyada çizdiğim görüntü yardımıyla güvendiler. Disney ile çalışıyor olmamın en büyük sebebi ise LinkedIn üstünden bulduğum bir yöneticiye Feysbuk üstünden attığım bir mesajın doğru zamanda tam da benim şeklinde birine gereksinimleri varken okunması! Toplumsal medyanın gücü müzik şeklinde toplumsal ilişkilerin mühim olduğu sektörlerde hakkaten baş döndürücü.

Yakın gelecekte ilgililerle buluşacak yeni projeleriniz, çalışmalarınız var mı?

E.A.: Doğal ki! Şu anda Touchy-Feely ismindeki bir aşk filmine müzik yapıyorum. Bununla birlikte Netflix’te yayınlanacak iki değişik dizinin besteci ekibindeyim. Biri “Prensesler de Pantolon Giyer” adlı bir kitap serisinin animasyon versiyonu, diğeri de “The Witcher” video oyunu ile bağlantılı bir mini seri. Onun haricinde Tayvan’da yapılacak bir Disney konseri için aranjmanlar yapıyorum ve 49. İstanbul Müzik Festivali için yazdığım eserlerimi bir albüm olarak çıkarmaya hazırlanıyorum. 26 Ağustos’ta üçüncü sezonu yayınlanmaya süregelen ve Apple TV’nin en sevilen dizilerinden birisi olan SEE’nin de besteci ekibindeydim!

Son olarak söyleşimizin okurlarına ne söylemek istersiniz?

E.A.: Söyleşimizi okuduğunuz için oldukça teşekkürler! Ümit ederim sizin de hayalleriniz gerçek olur – ve sizin söyleşilerinizi de okuma fırsatımız olur!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu